Evet evet balayı yanlış duymadınız 🙂 Tanıştığımız günden bu yana durmadan seyahat planı yapıyoruz. İnanır mısınız düğünümüzü bile bu yolculuğa göre planladık. Düşünün, ilk önce Sri Lanka rotası düzenlendi, sonra düğün günü alındı.  Bunu ailemiz bilmiyor lütfen aramızda kalsın :)…

Hadi biz kaçtık o zaman …

20170801_143133.jpg

SRI LANKA’YA NASIL GİDİLİR?

Gelelim bu 15 günlük tatile. Uçak biletlerini en ucuz turna.com’dan bulduk. Yıkayıp yıkayıp giyeceğimiz bir kaç tişört, bir pantolon, şort, mayo…tabi ki elektronik teçhizat ve sırt çantamız hazırdı. Flydubai ile Dubai aktarmalı Sri Lanka uçuşu 10 saat sürdü. Siz isterseniz, Dubai aktarmanızı uzun tutarak şehri gezebilirsiniz. Ancak biz, transit vize gereksiz pahalı olduğu için kalmadık. Zaten aktarmada uçaktan indiğimizde, bu nasıl şehir aman Allah’ım diyerek kendimizi klimanın içine attık. Ya da Maldivler aktarmalı uçarsanız, oraları da görme şansınız olur. Ama biz fazla yolculuk çekmeden, şu Sri Lanka trenlerine binmek istiyorduk artık.

NEDEN Mİ SRI LANKA?

İşte bu güzel soru, ama cevabı biraz uzun olacak haberiniz olsun. Çayı demleyin ve hazırlanın Seylan’a doğru gidiyoruz. Uçaktayken gökyüzünden yavaş yavaş denizin üstündeki yemyeşil bir adaya doğru inmeye başlayınca… işte bu beeee dedik. Irmaklar nehirleri kesiyor, palmiyeler evleri saklıyor. Geniş geniş kumsallar derken, tekerler asfalta değdi.

Düşünsenize, yıllarca kaçak çay diye içtiğimiz çayın anavatanındayız. Hem bu ülke öyle haritada göründüğü kadar küçük bir ada da değil, hemen hemen Marmara bölgesi kadar ya da Konya’nın 2 katına yakın. En yakın ülke olan Hindistan ile de arasında yarım saat kadar var. Bu uzaklık ‘’Adam’s Bridge’’ köprüsü ile bağlanıyor. He bu arada Sri Lanka Türkiye’den vize istiyor ama internetten 1 dakikada alıyorsunuz.

NEGOMBO

Bandaranaike International Airport’a inmiş bulunuyoruz. Uçakta bize doldurdukları formla birlikte pasaport kuyruğuna girdik. Vize işlemleri 5 dk. bile sürmedi hatta konuşma bile gerçekleşmedi görevliyle. Tak tak bastı damgayı geçtik. İlk işimiz telefon hatlarını değiştirmek oldu. Dialog isimli bir operatörü tercih ettik. 20 dakika Türkiye ile konuşma 10 Gb. internet aldık, hemen aktif oldu bile.

Gelmeden kalacağımız yere rezervasyon yaptırmıştık, tabi sadece ilk gün için sonrası meçhuldü.  Herneyse, google mapten Jasmin Villa Ayurveda Resort’u ararken insanların bize doğru dostane dostane hello, welcome, you wanna taxi diyerek yanaşmalarından kaçarak kendimizi karşı parka attık. Merak etmeyin 15 günü adım adım anlatmayacağız 🙂

Ve o ilk cümle, işte bütün tatilimiz boyunca duyacağımız sihirli kelimeleri işitiyoruz, “YOU WANT TUKTUK?”. İnanın sizi gördüğü gibi peşinizi bırakmayan, 3 tekerlekli, üstü kapalı ,saatte 20km hızla giden enteresan araçlar bunlar. Tuk tuk ve sahipleri şimdilik şöylece dursunlar, çünkü bunlardan çokça bahsedeceğiz.

Ayağında terlikleri ile yanımıza gelen gevşek arkadaş, bizi gideceğimiz yere uygun fiyata götüreceğini anlatmaya başladı. Gideceğimiz yeri söyledik ve başladık pazarlık yapmaya. en sonunda istediği rakamı yarıya düşürüp, 1500 rupiye anlaştık. Kendimizi kurnaz zannediyoruz tabi.

Yolda ne kadar kalacağımızı, nereye gideceğimizi, istersek bize özel tur yapacağını söyleyip kartını bile verdi. “Biz otobüsü – treni seviyoruz, halkla gezicez şehrinizi, tur bizim işimiz değil” deyince, bunun da bir anda işi çıktı ve geri döndü çakal. Bizi aynı fiyata başka arkadaşına devretti fırlama. Ve Sri Lanka’nın da dolambaçlı insanlarla dolu olduğunu ufaktan hissettik.

Şoför de ben biliyorum diyor mu oteli. Sora sora bağdat bulunur hesabı, diğer taksicileri yolda durdurup görüntü şu “faruk eczanessiiiiiiii, farukkkkk ec za nesii…”  Ey Allahım dedik…. işimiz var vallahi bu şehirde, derken açtık navigasyonu left right go go go getirdik adamı otele….

Biz de bu oteli, bookingten uzun arayışlarımız sonunda, vize için de bir adres verebileceğimiz, uygun fiyatlı ve içimize sinen bir ayurveda tesisi ararken bulduk. Ayurveda nedir derseniz, fiziksel ve duygusal dengeyi sağlamaya ve bu durumu sürdürebilmeye odaklanan bütünsel sağlık bilimiymiş. Sizce de çok havalı değil mi? Otel çok sakin. Su sesleri, kurbağalı havuzlar, çalışanların yanınızdan geçerken eğilerek sessizce selam vermesi… Düşünün ki otelde herkes çıplak ayakla dolaşıyor, çıt yok.  Tamam dedik biz de o zaman. Şu bilimin tadına bir bakalım, ne de olsa balayımız değil mi? Çantayı bıraktığımız gibi, ertesi güne masaj randevusunu aldık.

ACIKMADIK MI?

Otelin tuk tukuyla gidiş dönüş 250 rupiye anlaşarak şehre indik. Öyle şaşalı restoranlara gitmiyoruz biz, zaten öyle de bir yer yok burada 🙂 Mr. Burger adında bir büfemsi restoranta girdik. Kapısındaki  adam elinde çelik spatulalarla erişteleri doğruyor ve çeşitli sebze ve etlerle karıştırarak kotthu rotti’yi hazırlıyor. Yapımı bizim kokorecin taktıkı taktıkı ızgarada vurmalı modeline benziyor. Kotthu rotti ülke çapında çok popüler. Tavuklu ya da etli olarak isteyebilirsiniz. Acı sevmiyorsanız bunu muhakkak belirtin yoksa dudaklarınız şişebilir. Belirtseniz dahi yine acılı oluyor bilginize.

YASAL OT DENEYİMİ

Masaya geçtik. Salata gibi ama gazete kağıdına sarılı, dürüm şeklinde, anlamlandıramadığımız bir şeyler var. Kafa yapan otmuş meğersek. Nereye geldik lan biz derken, Kottu Rottici abi sırıtarak, çok sağlıklı denesenize dedi. Nuri Alço’lu Türk filmindeyiz sanırsınız. İçinde naylona sarılı macun, garip tütüne benzeyen ot, kuru çekirdeğe benzeyen şeyler ve palmiye yaprağı, var. Bunları hep beraber çiğniyorsunuz kafa leyla oluyormuş. Bubblegummış adı. Tabi merak sardı bizi, hemen denedik. ilk denemede miğdemizin kalkması ile anında tükürdük. Sokaklarda herkes bundan çiğniyor ve yerler hep kırmızı boyalı tükürük izleri. Bu ne ya böle deyip, kalsın dedik.

Tuk tuku çağırdık ve otele geri döndük.

Sabah, geceden yağan yağmurun kokusu ile uyandık, hava biraz kapalı gibi. Sri Lanka kahvaltısı için salona geçtik. Ama ne kahvaltı beee. Bilmediğimiz ilginç tatlarla başlıyoruz ve tatlı şeyler ağırlıklı masada. Eksik etmedikleri baharatlı ve acılı yiyecekler derken sağnak yağmur ancak 10 dakkika sürdü. 15 dakika sonra ise her yer kupkuruydu ve güneş yakmaya başlamıştı bile.

Ayurveda masajı için peştemalleri giydik. Ayak topuğundan saç tellerinin dibine kadar ilginç yağlarla 1 saat boyunca bütün stresimizi aldılar hatta son dakikalar uyumuşuz. O denli…

HADİ SAHİLDE YÜRÜMEYE GİDELİM

Gevşedikten sonra Negombo sahillerine doğru yürümeye başladık. En fazla 3 katlı bahçeli şirin evleri çevreleyen bilmediğimiz tropikal çiçekler ve palmiyeler, küçük küçük mahalle bakkalları, bisikletliler, köşe başlarında tapınacak heykeller, şans oyunları satan tezgahlar… her yerde. Bu arada evlerin bahçelerinde toprak yok, bildiğiniz kum var.

Daha yürümeye başlayalı 10 dakika oldu, tişörtler sırılsıklam. Yüzümüzden şapır şapır su akıyo bu ne nem arkadaş. Ülkenin 30°C dereceye sabitlenmiş standart bir havası var sanki. Ada ülkesi olmasından nem %85’lerde. Tropikal iklimi yaşayan ülkede muson yağmurları çok fazla etkili, özellikle tepelerde çaylık alanlarda, ısıda otomatikman 16°C’ye kadar düşüyor. Hava durumu hakkında bu linkten daha çok bilgi edinirsiniz.

Negombo’yu nerdeyse ikiye bölen Hamilton Kanalı olduğundan öle her istediğiniz yerden sahili geçiş yapamıyorsunuz. Biz de ufak bir kaybolma yaşıyoruz tabi. Kanalın içi küçük motorlu kayıklarla dolu, köprü başlarında ise tutulan balıkları ayıklayıp satan balıkçılar var. Fotoğraf çekmek için yanlarına daldık ama bu nedir arkadaş beynimiz irkildi kokudan. O denli yani. Balık tezgahlarının altında kendi başına doğan Patrick’ in koku kitabındaki sahnesi aklımıza geldi.

Herneyse, kendimizi sahile attık en sonunda. Kumsalın kenar şeridi komple otellerle dolu, bir de yeni yapılan büyük büyük inşaatları görünce turizimin geliştiğini anlıyorsunuz. Sokağın diğer tarafı hediyelik eşyalar, el işlemeleri falan filancı dükkanlarla devam ediyor standart sahil kasabası havasında.

ÇAYA ÇAĞIRANLARA DİKKAT

Fotoğraf çekip dolaşırken, yanımıza yavaş yavaş yaklaşan bir teyze ile sohbete tutulduk. Yeni evliyiz, dün geldik, o, bu derken hadi bana gelin size çay ikram edeyim dedi. Şimdi bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü diye düşündük ama en kötü ne olur diyerek takip ettik kendisini.

Derme çatma bir evde kalabalık nüfusla yaşıyorlar. Teyzemiz çayı demlerken kızı ve esmer, koca gözlü torunu bize eşlik ediyorlar. Bebeği sevip fotoğrafını çekerken çaylar geldi, imamın abdest suyu tabir ettiğimizden. Sonra hayat şartları, zor geçinme dertleri, kocanın işi olmaması, dert yanmalar, ağlamaklı bir surat halleri başladı mı. Ulan biz Emrah filmleri ile büyüdük bu neyin dekoru. Ortama gelini de geldi, o da dünyanın en zor şartlarında yetişmiş. Hop komşu yandan araya karıştı mı anlamadığımız dille. Sert ve anlamsız ifadelerle konuşuluyor. Oradan bir A4 kağıdı veriliyor al al dercesine serzenişle.

Giriş kısmı tamam şimdi gelişme bölümüne giriyorlar. Biz yavaş yavaş kıllanmaya  başladık aramızda. Mimiksiz az dudak oyunlarıyla biz de kendi aramızda konuşuyoruz bu arada. “Çakallara bak.. senaryolara bak” diyoruz. Teyze yan komşu ile hararetli hararetli konuşurken kızı da Emrah’ın küçük kardeşine bağladı mı. Hoppala “Konu ne” diyoruz, “ne olmuş?” “Bugün 5000 rupi ödemezsek yarın evden çıkaracaklar.” diyor. Ulan kahkahayı patlatcaz ama biz de role iyi girdik tabi…. bozmuyoruz. Gelin elinde bebek, zorla sallama hareketleri, çocuk beyin travmasına girdi girecek. Ağlatmaya çalışıyor, çocuk ağlamıyor. Ne kadar verelim aramızda konuşurken idil bonkör çıktı. Bari çayın parasını ödeyelim dedik. Sonra çocuğun hatırına 1000 rupiyi verdik. Gözleri yuvalarından çıktı…

Bunlardan da kurtulunca vurduk kendimizi sahile. Denize giren donlu çocuklar, ağlarını diken takkeli müslüman balıkçılar… Sokak lezzetlerinden tadıyoruz ve biraz kaybolduktan sonra otele geri dönüyoruz.

20170718_152505.jpg

KANDY

G0040554.JPG

Sabah kahvaltısını otelde yapıp koyulduk yola. Rotamız Kandy şehrine doğru. En yakın Kurunegela’ ya geçip oradan bir otobüs ile Kandy’ye varabilirsiniz dediler. Kurunegela’ya varmamız 2 saat kadar sürdü. Gidiş gelişli daracık yollarda inanılmaz hızlı giden bir şoföre çattık. Otogara geldiğimizde garın gürültüsü ve kargaşası bizi resmen salak yaptı.

Hani derler ya köyden indim şehre tam o misal. Garın en yüksek yerine çıkıp bu düzensiz düzeni izledik. İlginç bir deneyimdi. Bir çok şehre otobüs seferleri olan küçük ama etkili bir gar. Ordan bindiğimiz otobüsle Kandy’ye doğru yola koyulduk.

2 saat kadar süren yolculuk sonrası kendimizi bu kalabalık şehirde bulduk. Negombo’nun sakinliğinden sonra farklı geldi tabi burası. Kendimizi hemen otogarın dibindeki bir meyve sebze haline attık. Muhteşem bir meyve sebze cenneti bu tropikal ülke. Şimdi isimleri sayacağız ve ne kadar cıngıllı olduğunu göreceksiniz 🙂 Avakado, Yıldız meyvesi, Ejder meyvesi, Ake, Rambutan, Jabuticaba, Kiwano, Durian, Miracle berry, Mangostan, Çerimoya, Aguaje, Jackfruit, Cupuacu, Wood apple, Salak, Liçi, Santol, Ekmek meyvesi, Çin kocayemişi…

Otelde yemek üzere her meyveden alıyoruz. Kandy, hem idari hem de dini bir şehir. Dolayısıyla her yerde tapınak karşınıza çıkabilir. Aynı zamanda, festivallere ve büyük ayinlere ev sahipliği de yapıyor. Kandy Diş Tapınağı ( Sri Dalada Maligawa), Budist dünyasının en kutsal ibadet yerlerinden birisidir. Bu arada, 1988 yılında UNESCO tarafından bir dünya mirası alanı ilan edilmiş bu şehir.

Ülkenin tam ortasında kaldığı için, her yere buradan ulaşım sağlanıyor. Şehrin göbeğine yapılmış, içerisinde balıkların da bulunduğu yapay bir göl var. Bayağı büyük ama.

AMAN DİKKAT YANINIZA HER ÇEŞİT SATICI GELECEK

Biz de şehir merkezini dolaştıktan sonra yorulup nefes almak için göl kenarında oturduk. Yabancı olduğumuz 100 km belli olduğu için her yerden “otel lazım mı, bir yere gidecek misiniz? sigara bulayım mı?, esrar içer misiniz?”e kadar gelen sorular… Sohbete de “First time in Sri Lanka?” diye başlıyorlar. Ulan yürüyen emlakçısından torbacısına kadar gelip kart veriyor. Tabi hiç bitmeyen “You want tuk tuk?” Ya adamlar yolda tuk tuk sürerken karşı kaldırımdaki bize bağırıyor ya. Acayip azimliler. Bizi şehir merkezi germeye başladı bile. Oturduğumuz yerden kalktık ve otel aramak için yürümeye başladık. Yolda yürürken otellerin lobisinden bile hello sesleri duyduk. Göz teması kurduğunuz an japon yapıştırıcısı gibi bırakmıyorlar. Önümüzde yürüyen iki turist kızı durdurup selam verip nerede kalabiliriz, siz nerede kalıyorsunuz diye sohbete başladık. Kaldıkları otele doğru onlarla yürümeye başladık.

Otel değil, bir aile evi, alt katlarını pansiyona çevirmişler adamın salonunda oturuyorsunuz, uyumaya kendi odanıza gidiyorsunuz. Kuzenlere gelmiş gibisiniz, sıcak kanlı ev sahibimiz vardı. Kızlar da geldi masaya, yarının planın yapmaya başladık.

NUWARA ELIYA’YA NEDEN GİDEMEDİK?

Hedef aslında Nuwara Eliya trenlerine binip o inanılmaz manzarayı deneyimlemek ama anlatılana göre bilet yok. Çünkü ülkede kriz var. Hindistanla Sri Lanka arasında anlaşmazlıktan dolayı benzin istasyonları kapatılmış ve motorlu araçlar yerine herkes trene biniyor. Şansımıza olsun dedik biz yine de biraz zorlayalım bilet konusunu.  3. Sınıfta giderseniz yer var dediler. Biletler sabah 6 da satışa çıkıyormuş. 3. Sınıf dediği arkadaşlar; Metrobüsün en yoğun dolu olduğu zaman var ya dip dibe he işte onu düşünün. Gitmesine gidelim de hiç bir yeri göremedikten sonra bir anlamı olmaz dedik.

Sabahın 5’inde alarm çaldı biz 20 dakika yürüyerek gara vardık ve sıranın en başında gişenin açılmasını bekledik. Sıra kalabalıklaşmaya başladı bile ilk istasyon olmadığı için Negombo. Nasipte ne varsa onu alacağız. 1. ve 2. Sınıfta yer yok diyorlar. Olsun hevesimizi kırmak yok gezmeye devam dedik. 20 dakika daha yürüyerek otele geldik sabah sporu yapmış olduk fena mı 🙂

NE? ACI DONDURMA MI?

Şehre alışıyorsunuz yavaş yavaş, artık kimseyi duymuyorsunuz. Köprülerin altında çamaşırlarını yıkayan kadınlar, ilginç ürünler satan işportacılar, nereyi yönettiği belli olmayan trafik polisleri…

Sonra bir alışveriş merkezi görüyoruz ve içine dalıyoruz. Dondurmacıya giriyoruz ve enteresan meyvelerden ve acı biberlerden yapılmış dondurmalardan tadıyoruz. Acılı dondurma deneyimi çok enteresandı. İlk yediğinizde normal dondurma hissiyatı varken, yutkunmaya başladığınız anda yandınız 🙂 Boğazınızda buram buram acıyı hissediyorsunuz. Ama denemeye değerdi 🙂

KANDY DİŞ TAPINAĞI

Budistlerin dünyadaki en değerli kutsal emanet olarak kabul ettikleri Buda’nın Diş Tapınağına geldik. iç içe geçirilmiş 7 katlı muhafazası içinde ve özel bir bölümde bu tapınakta saklanıyor Budanın dişi. Diş tapınağında saat 05.30, 09.30 ve 18.30’daki ‘Tevava’ denilen törenlerde küçük bir pencereden sadece dişi saklayan altın bir muhafazaya 2-3 sn. bakabiliyorsunuz. Biz o kuyruğa girmedik ve bakmakta istemedik açıkcası. Ayakkabı ile girilmesi yasak ve dizden aşağınız örtülü olması şart. Yanınızda çorap bulundurun, dış kısımda taşlar inanılmaz sıcak. Giriş ücreti 3000 rupiyi ödedik ve budaya hediye olarak lotus çiçeği satın aldık. Her yerde dua eden beyaz giyinmiş insanlarla karşılaşıyorsunuz. Beyaz giyimin nedeni Dişi temsil ettiği içinmiş.

20170720_115816.jpg

Karnımız zil çalmaya başladı bile. Queen Hotel’de açık büfe bütün yöresel yemeklerini deneme fırsatını yaşadıktan sonra, yakın olan tren garına doğru yürümeye başladık.

Garda yaptığımız planla ilk önce Polgahawela, oradan da başka bir trenle Anuradhapura’ya gidip Ruvan Sevilaya tapınağını görmek istiyorduk. Bu tren yolculuğunu ve gözlemelerimizi SRI LANKA TRENLERİNDE 20 SAAT  linkinden okuyabilirsiniz.

ANURADHAPURA

Anuradhapura’ya vardığımızda akşam olmuştu bile. Otel bookingde göründüğü gibi kesinlikle değil. Biz şok oluyoruz ama yapacak bir şey yok. Çünkü bu bölgede otel inanılmaz az. Bol mu bol böcekliydi. Sabah kalktığımızda yastığımızın altında bile böcekler geziyordu düşünün. Allah’dan sıcak suyu vardı.

Sabah çağırdığımız bir tuk tukla Ruvansevilaya’ya doğru gidiyoruz, tuktukcu şu kadar öderseniz sizi beklerim, diğer yerleri gezdiririm, şunu yaparsınız bunu yaparsınız diyerek tur şirketine bağladı mı. Biz hemen kaçtık yanından. 7000 rupiyi girişe ödedikten sonra, bizim kalp atışında biraz sıkıntı oldu. Ülkede en pahalı şey bu turistlik yerleri gezmek. Vicdansızlık yani bu.

JETAVANARAMAYA DAGOBA

Yürürken gözümüze çarpan yapıta doğru gidiyoruz. Bu yapıtın ismi Jetavanaramaya Dagoba’ymış. İnşaa edildiğinde, kesinlikle dünyadaki üçüncü en yüksek anıtmış, ilk ikisi ise Mısır piramitleriymiş. Sri Lanka’daki sekiz kutsal yerden biri burası ve 400 metrelik bir yükseklikte, antik dünyadaki en uzun Budist Stupa olarak kabul ediliyormuş, akıl alır gibi değil.

Buda’nın bağladığı kemerin bir kısmının buranın içinde olduğuna inanılıyor. Geniş, safir formu hiç bozulmamış ve 93 milyondan fazla pişmiş tuğladan oluştuğu söyleniyor. Çevresinde 3000 rahip barındıran bir manastır kalıntısı da duruyor ve halen çok yaşlı teyzeler elleriyle taşları düzeltiyor. Buradaki bir binanın 8 m kadar yükseklikteki kapısının içerisinden geçince yürümekte zorlanan başka bir teyze ise, yerdeki otları elleri ile temizliyor. Hala duran kapının pervazları inanılmaz. Başka bir yerde de 3 m’lik kısmı yer altına gömülmüş. Burası dingin bir yer. Şaşırmamak elde değil, İngilizlerin ya da Portekizlerin gömü arama çabası olduğuna eminiz çünkü köstebek yuvasına çevrilmiş her yer.

RUWANVELISAYA

Anuradhapura’daki Maha Bodhi ağacınan Ruwanvelisaya’ya kısa bir yürüyüş yaptık. Buda’nın kalıntıları bu yapının içinde yer aldığı için, tüm dünyadaki Budistler bu stupaya ibadete geliyorlar. Ruwanwelisaya, 103 metre yüksekliği ve 290 metre uzunluğundaki devasa yapısıyla dünyanın en yüksek anıtlarından biri olarak düşünülüyormuş. Etrafında dolaşarak güzel fotoğraflar çekiyoruz. Belden aşağınız örtülü olmak zorunda. Ayrıca yalın ayak dolaşılan tapınakta taşlar inanılmaz sıcak. Burak gibi çorapsız gezmeyin ayaklarınız pişebilir, ciddi can yakıyor.

BUDİST RAHİBELERLE 5 ÇAYI

Kapıların açılışı için bekliyoruz avluda; Budanın nirvanaya çıktığı figürü görmek için. Etrafta saçları traş edilmiş, kendi geneleksel kıyafetlerini giyen budistlerin hacı adaylarını göreceksiniz. Hacıların yanlarına yaklaşarak muhabbete başlıyoruz. Yok öle bildiğiniz muhabbet değil, iki taraf da birbirinin dilini bilmiyor ama anlaşmalar çok içten ve enteresan.

Evli olduğumuzu ve balayımız olduğunu söyleyince birden ortam 5 çayına, gün evine bağlıyor. Sonra fotoğraflarını çekmemize izin veriyorlar, selfilere kadar. Ve içeriyi onların ritüelinde gezmeye başlıyoruz.

JAFFNA’YA DOĞRU

Burayı da dolaştıktan sonra, diğer planı yapmak için bir ağaç gölgesine geçiyoruz, her taraf maymunla dolu burada. Yoldan bir tuk tuk durdurup Jaffna’ya yani en kuzeye  gitmek için tren istasyonuna doğru yol alıyoruz.

Trenler, evet bizim tutkulu olduğumuz trenler. 5 yada 6 saat sürecek olan yolculuğu gündüz gözü ile görmek için sabırsızlanıyoruz. Bu yolculuktaki gözlemlerimizi ve deneyimlerimizi SRI LANKA TRENLERİNDE 20 SAAT linkine tıklayarak okuyabilirsiniz. Vardığımızda hava kararmıştı. Kendimize uygun ve güzel otel bulmak için başladık dolanmaya. Sonunda temiz bir otel bulduk. Gece sokaklarda dolaşmaya başladık. Hiç bir yerde kendimiz korunmasız yada güçsüz hissetmedik. Burası güvenli bir ülke korkmayın.

Kahvaltı yaparken yanımıza gelen görevli hesap getirdi. Bu ne diyince siz odayı kahvaltısız almışsınız diyor. Hoppala yok kardeşim biz öle anlaşmadık falan filan derken, otelin müdürüne durumu detaylı anlatıyoruz. Akşam resepsiyonya konuşuyorlar özür diliyorlar. Biz de erkenden etrafı dolaşıp check in saatine kadar başka otel bakalım hem de keşfedelim dedik ama nafile bundan iyisi yoktu. 1 gün daha kalalım dedik.

YASAK BÖLGEYİ YÜRÜYEREK KEŞFEDELİM

Jaffna bölgesine turist fazla gelmiyor, belki de bu yüzden biraz daha pis ve terkedilmiş gibi. Dünyanın en azılı ve profesyonel terör örgütü olarak anılan Tamil Kaplanları,

Hindu devleti kurmak için iç savaş çıkararak 12 yıl ülkenin içine etmiş, yaşam standartlarını düşürmüş, turizmi yok etmiş. Sri Lanka ordusu Tamil Kaplanlarını ülkeden bitirince, 2009 senesinde turizm ülkede yeniden hayat bulmuş. Fakat burada halen o savaşın ayak izlerinin kalıntılarını görebiliyorsunuz. Balıkçı limanlarını gezip, balık hallerine gidip, okyanus mahsüllerini görebilirsiniz. Evlerin kapısında lağım kanalları var ve üstü açık, sadece girişlere beton blok koymuşlar. Eski haliç gibi burası..

Hinduizmin hakim olduğu bu şehirde Hindular için önemli olan Nallur Kandaswamy tapınağına doğru tuk tukla yola koyulduk. Kapıların açılış saatine daha çok varmış. Biz de etrafı dolaşıp zaman geçirelim dedik. Başka bir Hindu tapınağı olan  Maruthanamadam Anjaneyar Temple’a doğru tuk tukla yola çıktık.

HİNDULAR BİZİ KUTSAYAMADI

Ve sıkı durun, vardığımızda büyük bir ayine denk geldik.

Hindularda erkeklerin tapınaklarda üstü çıplak olmak zorunda belden aşağıları ise komple kapalı yine. Ayaklar tabi ki çıplak. Her neyse biz de ayine katıldık. Alnımıza turuncu boyalar sürüldü.

Ayin şu şekilde ilerledi;

Peygamberleri olduğunu söyleyen adam elinde yanan bir ateşle tanrısına gidip ateşi etrafından dolaştırıyor, tüm kalabalık garip bir uğultuyla kendilerinden geçiyordu. Sonra peygamberleri lütfen siz öne geçin diyerek bizi en öne aldılar mı. Herkes bize bakıyor, kendimiz ünlü ve önemli hissetmedik değil 🙂 Nereli olduğumuzu sordu biz de Türkiye deyip yanımızda gezdirdiğimiz bayrağı çıkardık. (as bayrakları as) ve tanrısına gidip bir şeyler söyledi ve bizi kutsayamayacağını çünkü onunla aranızda bir kopukluk olduğunu söyledi. Oha dedik, nasıl bir kopukluk peki bu. Şaşkın şaşkın falcıya gelmiş gibiydik. Ve siz Müslüman mısınız dedi evet (ver mehteri ) deyince ondan sizi kutsayamayız dedi bizde çok üzüldük 🙂 Ulan diyicem şimdi, tövbe tövbe…

Ama tanrıları yani savaşçı inekleri bize muz ve mango hediye etti. Biz bu noktada şanslı sayılırız, çünkü millete ip veriyor bize meyve… kapıda dilenen insanlara meyveleri hediye ediyoruz ve arkamıza bakmadan Jaffna Fort’a doğru gidiyoruz

JAFFNA FORT

Limanda 5 metre ağı ile kendi başına balık tutan adamı hayretle izledikten sonra bir de ne görelim, sudan çıktığında 3 tane tuttuğu balıkla o kadar mutluydu ki, aza tamah etmenin görüntüsü bu olsa gerek.

Sonra çok eski bir kalesi olan bölgeyi geziyoruz. Şehrin içinde trafikte gezen ineklere kimse ilişmiyor. İnek deyip geçmeyin, senden benden temiz parlıyor araba gibi.

PALMİYE YAPRAĞINDA, ELLE YEMEK DENEYİMİ

Ardından yorgun bedenlerimizi otele atıyoruz, havuzda serinledikten sonra buranın en meşhur restoranına gidiyoruz. Hindu inanışında et ürünü yenmiyor. Bütün yemekleri sebzeli. Bölge vejeteryan restoranları dolu. Tabak yerine palmiye yaprağı, kaşık çatal yerine ellerinizi kullanıyorsunuz. Hayatımızda ilk defa elimizle yemek yiyoruz. Biraz zorlandık tabi. Sonra parmakları yalaya yalaya bitirdik. Palmiye yapraklarını masadan siz kaldırıyorsunuz kutuya atıyorsunuz. Bu kalıntıları ineklere veriyorlar. Hiç maliyet yok anlayacağınız. Temiz iş. Karnımız da doydu. Biraz sokaklarda dolaşıp yediklerimizi sindiriyoruz. Sonra da derin uyku bizi bekliyor.

BOLLYWOOD FİLMLERİ İLE OTOBÜS YOLCULUĞU

Sabah kahvaltıda rotamızın şeklini vererek, Trincomalee’ye doğru otobüsle 6 saatlik yolculuğumuza çıkıyoruz. Otobüs efsane, bir doluyor bir boşalıyor. Kocaman hoparlörlerle dolu bangır bangır müzik. Ekranda Bollywod filimleri, dillerini bilmesek de izliyoruz. Hatta yorum dahi yapmaya başladık.. kast sisteminde fakir oğlan zengin kızı alamaz, zengin erkek de fakir kızı alamaz. İnanışlarındaki sisteme göre ne iş yapacakları, nerede yaşayacakları, evlerinin boyanması gereken renge kadar belli. O yüzden filmlerinde entrika bol. Tam sabah kuşağı anlayacağınız.

Bu ülkede özel alan ihlali diye bir kavram yok, üst üste alt alta sıkışmak falan hiç problem değil, sürte sürte yolculuk yapıyorsunuz. Ülkemizde böle bir şey olsa katil olursunuz. Bizde elimiz değse kavga çıkıyor, bunlarda kafamıza sepetini koyan mı, koca göğüsleri ile seni sıkıştıran mı dersiniz… En büyük travmasını bu otobüste bir teyze ile yaşayan Burak, artık konuşmuyor zaten. Bir psikoloğa ihtiyacı var.

TRINCOMALEE

Sörf dalgaları ile ünlü, süper kumsalları sahip olan Trincomalee’ye geldik en sonunda. Yolda yürüyen bambi geyikler ve maymunlarla dolu bir yer. Otel arayışına geçmeye başlamak için o bölgeye tuk tuk ile gidiyoruz. Burada yerlisinden çok turistle karşılaşıyorsunuz. Oteli ayarlayıp okyanus mahsüllerine doymak için restoran buluyoruz. Abowwww ne yedik be… o ne kalamalardı, ne yengeçlerdi. Ahtopotlar, balıklar süperdi. İstediğinizi hemen ateşe atıyorlar ve gözünüzün önünde pişiriyorlar. Ah yine olsa da yesek be.

Sabahın erken saatlerinde kalkıp, bol tatlılı kahvaltı yaptık kumsalda. Sonra çarşaf gibi okyanusun derin sularına saldık kendimizi. Önünüzde alabildiğine deniz, arkanız alabildiğine palmiye ağaçları… kocaman beyaz kumsallar. İnanın Maldivlerin bu kadar eğlenceli olabileceğine inanmıyoruz.

Otelden çıkış yapıp kumsallarda yürümeye başladık. Eeee hadi rota yapalım o zaman şu büyük kaya neredeydi oraya gidelim mi diye konuşurken kendimizi balık halinde bulduk. Ya şimdi bizde yarımada ülkesinde yaşıyoruz ama bu okyanus ayrı bir şey arkadaş. Bu nasıl mahsüller nasıl renkler. Ya ızgara yak Nihat abi. Bu böyle olmaz. Yahu birde ucuz; aklımız gidiyor. Zor bela bu canlıların yanlarından ayrılarak Dambulla’ya gitmek için otogara geçiyoruz.

KELLE KOLTUKTA OTOBÜS YOLCULUĞU

3 saate yakın sürecek olan yolculuğa hazırdık. Zaten alıştık ülkenin toplu taşımasına, insanına… Hemen şoför yanı muavin koltuğu gibi yere çöktük çantaları da şoförün yanına koyduk mu bizden rahatı yok. Sahil kasabasından ayrılıp dağlık ormanlık bölgeye doğru giderken insanların giyinişi bakışı dahi değişiyor bu ülkede. Tabi o vazgeçilmez Bollywood filmleri, ve müzikleri olmadan yolculuk burada eksik kalıyor.

20170724_131206.jpg

Otobüs şoförü ağzında o kafa yapıcı otu çiğnemeye başladı mı, ahan dedik işimiz var. Çiğnedi ağzı oldu kıpkırmızı, sonra tükürdü gargara yaptı yola devam. Ama ne devam, kalkışı ayrı aksiyon, duruşu ayrı. Yolcunun fiziğine göre duruyor, yoksa hareket halinde biniliyor iniliyor. Ya yolları görseniz harbiden yolun eni otobüs kadar, iki otobüs yan yana geçerken aynaların vurma ihtimali çok yüksek. Bu yolda yaptıkları hızı geç, sollamayı görünce aklınız çıkıyor. Her sollamada kıçımızı sıkmaktan kas yaptık, besmeleyi artık şaşırma ünlemi gibi kullanmaya başladık. Repertuardaki dualar bitti abinin aksiyonu bitmiyor! Yolun ortasında durdu birden, el frenini çekti indi. Yan yana duran biri budist diğeri hindu tapınağı vardı. Tapınakların yardım kutuları yolun kenarında bizim şoför hindu tabi kutuya bağışını yaptı yanındaki külü ve boyayı eline sürdü. Arabanın lastiğine kaportasına da sürdü oturdu direksiyona, ona da sürdü. Biz tabi şok. Aslında düşününce, bizde de bir sadaka bin belayı def eder düşüncesi çok sağlam bir de Kuran yazılı derileri de bizi koruması için araçlarda bulunduruyoruz. O bakımdan bir rahatlık gelmedi değil 🙂

20170723_161217-01.jpeg

Müsait bir yerde salla bizi kaptan diyoruz yol ayrımında indiriyor. Ya arkadaşlar ayağımızın biri daha araçta araba gidiyor. Bunlar hep Amerikan filmleri yüzünden.

BALAYINA YAKIŞIR OTEL

Alıyoruz elimize bookingi otel bulmaya çalışıyoruz. Enteresan indirimli 5 yıldızlı bir otel buluyoruz. Hadi biraz şımaralım diyerek oraya gitmek için tuk tukla pazarlık yapmaya başlıyoruz. Otel lüks olduğu için 3 katı para istiyor çakallar. Bizim şalterler atıyor resmen uyuz oluyoruz göz göre göre kazıklanmak insanı deli ediyor. Sonra bir tane adam bulduk bunun da ağız olmuş kıpkırmızı.. Bayık bayık bakıyor ve tam idrak etmediğine yemin ederiz. Uçuyor lan bu resmen diyoruz ama fiyatı doğru söylüyor. Ulan zaten 15 km hızla gidiyor ne olacak ki diyor ve biniyoruz. Oteli zorla buldu mu denyo. Neredeyse direksiyonu elimize alıp onu arkaya oturtacaktık. Ya bu millet harbi enteresan. Çiğköfteci dükkanı gibi burada tuktuk var zaten denetim kesinlikle yok anlayacağınız.

Ve otele geldik, aslında o bir Jetwing, otel demek ayıp olur. İnanın bize lütfen, dalga geçmiyoruz. O yolculukların ardında ormanın içinde dünyadan uzak bir binaya geldik. Kapıda bizi karşılayıp çantalarımızı aldılar. Çıtı pıtı hatunlar ellerinde havlularla yanımıza geldi. Havlu ama soğuk havlu ve arkadaşlar ensemize yüzümüze koydular. Resepsiyon yanımıza geliyor içecekler ikram ediyor, Cennette miyiz ne olur söyleyin bize, yoksa yolda kaza geçirdik öldük mü he öldük mü 🙂

Muhabbet sohbet giriş işlemleri yapılırken laf arasında 7 gündür ülkenizi geziyoruz dedik. Bu bizim balayımız dedik aaaaaa bir sevindiler sormayın. Tebrik ettiler falan filan, idil’e lotus çiçeği getirdiler nasıl şımarıyoruz, nasıl mutluyuz anlatamayız 🙂 Yavaş yavaş odaya doğru giderken oteli tanıtıyorlar. Bir havuz var otel kadar ya bu dağın başına böyle oteli neden yapmışlar ki aklımız pek almıyor. Masaj binaları yemek katları derken odaya geldik. Balayımız olduğu için bize jest yapıyorlar mı. Peh peh 2 banyo 2 tuvalet, balkon, salon salomanje. Odada ne arasan var bizi oyalıyorlarmış meğersek. İçeriyi lotus çiçekleriyle süslemişler, bir de tebrik ederiz diyen bir pasta koymuşlar…ya sizi seviyoruz ya.

Serinlemek için atıyoruz kendimizi havuza. Sonra Sri Lanka’ya özgü süper şeflerin yemeklerini yiyoruz. Diyoruz biz yarın da bu otelde kalalım bunu hakkettik. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra masaj için randevu alıyoruz tabi ki. Ayak ayrı, vücut ayrı. Her şey süper gidiyor çok şükür. Sonra kenarda duran bisikletleri fark ettik bunlar da otelin misafirlerin kullanması içinmiş. Atlıyoruz bisikletlere patika yollardan dolaşmaya başlıyoruz sonra ana caddede tehlikeli sularda gidiyoruz ama inanılmaz keyifli be…

Gözümüze altın renginden kocaman bir Buda çarpıyor bisikletleri güzel bir yere park edip başlıyoruz gezmeye.

GOLDEN CAVE TEMPLE

Sri Lanka’daki en büyük, en iyi korunan mağara tapınağıymış Golden Cave Temple. “Vishnu’nun” bu mağaraları yaratmak için ilahi güçlerini kullandığı söyleniyor. Tarih, arkeolojik ve sanatsal etkileri nedeniyle, binalar 1991’de UNESCO Dünya Mirası alanlarından biri olarak ilan edilmiş. Her tarafta maymunlar var. Ufaktan tırsmıyoruz değil. Şans eseri karşımıza çıkan bu yere şaşkınlıkla bakıyoruz. Mağaralar dağın kayalarına oyulmuş. 5 sığınak mağarası ve Lord Buddha’nın 157 heykeli var, üç adet Sri Lankalı Kral heykeli ve dört renkte çeşitli pozisyonlarda yatan tanrıça heykelleri, hatta mağaralardan birinde 1500 adet Buda tablosu var. Gerçekten nefes kesici. Fotoğraf çekmek yasak diyorlar her yerde görevli var. Bizde asilik yapıp çekmiyoruz. İnanılmaz bir yer burası. Ülkenin hemen her yerinde bir yığın inanç ve tarih fışkırıyor. Otelde dağın başında değilmiş zaten. Taşı kaldırsanız Unesco çıkıyor bu ülkede.

20170725_151016.jpg

Otele dönüp bisikletleri bırakıyoruz. Havuz eğlence derken son gecemiz olduğundan Jetwing’de, sanki tatil bitiyormuş hissi olur ya. Bir üzüntü var sanki.  Halbu ki daha 6 gün bu ülkedeyiz lan silkelen eğlenmene bak motivasyonu ile piyano eşliğinde güzel bir akşam yemeği  yedik.

Sabah yeni rotamızı kurduktan sonra, otele çok teşekkür ediyoruz. Bize ayarladıkları tuk tuk ile anlaşıp 30 dakika sürecek olan Sigiriya Lion Rock’a gidiyoruz.

SIGIRIYA LION ROCK

Girişi ile çıkışı çok farklı yerlerde olduğu için şoför çantalarınızı araca bırakın 1 buçuk saat sonra sizi çıkış kapısından alırım diyor neden o kadar zaman diyoruz gülüyor pis pis. Biletleri alıyoruz gezeceğimiz alana bakıyoruz ki epey kocaman bir alan burası ve çıkılacak yüzlerce merdiven. Aklımıza şoförün sırıtık yüzü geldi hemen.

Çok ilginç ağaçlar var burada hani dinozorlardan ya da yırtıcı hayvanlardan kaçan insanların sığındığı bir ağaç türü vardır ya ağaçtan aşağıya dal toprağa geri girer ya he onun burada babaları var. Lion Rock su kanalı ile çevrili. Çok uzunca yürüme yolları, yıkılmış yerleşim yerleri, taşlara basmayınız yazan tabelalar. Önümüzde çok büyük bir kaya parçası var. Büyükten kastımız kocaman dağ aslında ya da uzaylıların en büyük gemisi gibi. Yaklaştıkça daha da büyüyor bu nedir böle demekten kendimizi alamıyoruz. Size biraz bu kayadan bahsedelim.

LION ROCK HAKKINDA

Kral Kaspaya, kardeşinin saldırılarından korunmak için inşa ettirdiği bu kale şehrine tek giriş, aslan patilerinin arasından çıkan merdivenlerdir. 1200 adet basamakla çıkıyorsunuz zirveye. 4. yy başlarında kurulmuş, Unesco da boş durmamış korumaya almış hemen. Buranın fotoğraflarını gördüğümüzde tepedeki yerleşimi pirinç tarlası sanmıştık, neden buraya tarla yapmışlar ki diye düşünmedik değil. Halbuki inşası 20 yıl sürmüş bir saray olduğunu öğrendiğimizde şaşırdık kaldık. Hatta müzede üç boyutlu canlandırması var, akıl alır gibi değil. Halen görselliğini kaybetmemiş 1600 yıllık kök boyaları ile duvarlara çizilmiş resimler bulunuyor. Fotoğraf çekmek yasak bilginize.  Yukarı tırmanırken yeni yapılmış demir merdivenleri kullanıyorsunuz fakat yanınızda devam eden, kayaları oyarak yaptıkları avuç içi kadar merdivenleri görünce hoppala bunlar nasıl canlılarmış buradan çıkmakla biter mi be.

Sonra ayna duvarlar bölümünden geçiyorsunuz. Kayanın sağ duvar yüzünü belli işlemlerden geçirmişler parıl parıl parlıyor bu yol, kralın geçiş yolu olduğu için ihtişam katmışlar galiba, dikkat çekici ilginç bir duvar. Ellemek yasak haberiniz olsun. Eşek arısı saldırısı tabelaları bulunuyor etrafta, sesiz olunuz ibareli, biz hiç arı görmedik ama kimse konuşmuyor, çıt çıkmıyor. Ciddi saldırılar oluyormuş aman dikkatli olun. Ve bütün merdivenler bittiğinde inanılmaz bir Sri Lanka manzarası ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Merdivenleri çıkarken 30$ buna mı verdik diyorsunuz. Eziyet çekiyoruz birde üstüne para veriyoruz diye düşünmeyin zirve mükemmel akıl alır gibi değil.

KAZIKLANMAYIN

He her şey bitmedi her çıkışın bir inişi var bunu unutmayın ama inmek zevkli ve bir o kadar da çabuk. Manzarayı izleye izleye iniyorsunuz ve yolda ağaç oymacıları, garip garip hediyelik eşyaları satanlarla karşılaşıyorsunuz. Ağaçtan fil görünce yanlışlıkla how much is it? dedik. 15000 rupi dedi oha be dedik… adam tamam al şu kadar al bu kadar diye diye peşimizi bırakmıyor. Ulan nerden dedik ne kadar diye yolun sonuna kadar geldi bizle ve en sonunda 3000 rupiye aldık fili ama o kaşındı. Ulan biz Eminönü’nde, bitpazarında tabureye oturmuşluğumuz çayını içmişliğimiz var hayırdır dayı sen.

TURİSTLER BİNDİKÇE, FİLLERİ ZİNCİRLEMEYE DEVAM EDECEKLER

Sonra araca binip fil görmeye gidelim mi safari ne kadar derken, yol kenarında suyun içinde fili gördük. Şoför durdu, bizde yanına gittik fotoğraflarken ayağındaki zincirleri üzerinde çocuk yaşlarında birini gördük. İçimiz acıdı ve buna gerek yok bizce dedik ve safari planını iptal edip bizi sen gara bırak kardeş bir de başkentinizi görelim dedik.

Bu tuktukcu kardeş diğerleri gibi değildi, tamam kaşımızın gözümüzün güzelliğinden değildir ama hiç olmazsa bize yolda king coconut bile ısmarlamak istedi, yolda giderken kenarda duran güzel çiçeklerden koparıp idil’e hediye bile etti. Yani herkes yam yam değil bu memlekette.

COLOMBO

Evet 7 saat sürecek Colombo yolculuğumuz için hazır mısınız? Diğerlerinden daha genç bir şoförümüzle eyvah eyvah diyoruz. Diğer yolculuklardan ekstra daha hızlı ve daha çok sesli müziklerle geldik Colombo’ya. Ve o dağlardan kumsallara inip sonra şehre ve trafiğe girince afallıyoruz. Bildiğin takım elbiseli çalışan kadınlar ve erkeklerle tam bir şehir burası. Çok gelişmiş bir yer Colombo. Dünyanın en geniş barajına sahip olup ayrıca dünyanın en büyük suni limanlarından birisine de sahipmiş. Asya’nın hemen hemen en işlek limanıymış burası.

20170726_195624-01.jpeg

Haliyle karnımız çok acıktı, 7 saat boyunca ve kaya tırmanışı bizi güçsüz bıraktı. Sağlam güzel yemek yemek için yer aramaya koyulduk.

MASA KADAR YENGEÇ YEDİK

Evet şimdi Asyanın en iyi 50 mutfağından biri olan Ministry of Crab için doğru yürüyoruz. Restorana giderken şehrin en merkezinde olduğumuzu fark ediyoruz çünkü tüm markalar burada var. Her milletten insan var. Çoğunlukla Çinli ve Japonlar görüyoruz. Diğer şehirlerdeki gibi yerel kıyafetli kimseyi göremezsiniz. Yani Sri Lanka’yı bu şehre gelerek anlayamazsınız. Kandy ve Negombo da konuya dahil. Biz bu şehirde dolaşmayalım, sahillere gidelim dedik. Tren garından sabah 6’da hareket eden Matara şehrine giden yani en güneye inen treni  görünce  1. sınıftan yer aldık çok şükür.

Evet nerde kalmıştık açlıktan ölüyorduk dimi. Restorana geldik, deniz mahsulleri yapan bir lokanta. Sunumu, dekoru, çalışan ekibin senkronu, ortamı mükemmel. Dışarda koca bir avlu var, çeşitli dükkanlarla yan yana sıralanmış. Yan sokaktan canlı müzik sesleri, kahkahalar, muhabbetler inanın  çok güzel bir yerde. Siparişi verdiğimiz gibi başka bir garson yemek gelmeden önlük asıyor boynumuza.

20170726_204505.jpg

Kocaman kocaman kırmızı yengeçler, yanına gelen mezeler, enteresan kalamarlar, onlar bunlar. 10 parmağımızla bileklere kadar yağ olduk. Ve itiraf ediyoruz yediğimiz en güzel yemekti bu. Yan masamızdaki adam çantaları, yanmış suratları görünce gezginsiniz her halde diye muhabbete başladı. Az kalsın akraba çıkarsınız ya, o tarz muhabbet. Dubai’li iş adamıymış hatta Gayrettepe ve Beşiktaş’ta firmaları varmış. O zamanlar sigara içiyorduk. Oranın sigarasını içtiğimizi görünce bize bir paket marlboro hediye etti. O sigaranın tadını hiç unutamayacağım. 7 günlük sefalet, ne olduğu belli olmayan ve tanesi 23 TL’ye denk gelen sigaranın ardından marlboro içmek zenginliktir. Özendirmek gibi olmasın.

Sabah 6’da Matara’ya gideceğimizi duyunca boşuna otelde kalmayın ben bilmem ne casinosuna gidiyorum sizi de sokarım içerde her şey bedava hiç kapanmıyor çok şıktır dedi. Orda 6 saat zaman geçirip trene gidersiniz diye de ekledi. Aslında mükemmel fikir ama bu tarz yerler bizi fazla cezbetmediği için teklifine teşekkür ediyoruz ve otel aramak ve yorgun ayaklarımızı uzatmak için yola koyuluyoruz.

TÜRKÇE BİLEN SRI LANKA’LI

Gara yürüme mesafesi olan bir otel buluyoruz. İçeri girip odaya bakmak için resepsiyonla yukarı çıkarken, nereli olduğumuzu soran necati … vayyyy demek Türkiyelisiniz dedi….

Bi dakka bu esmer sri lankalı çocuk senin benim gibi Türkçe konuştu galiba. Merdivenlerde durduk birbirimize baktık. Sonra sesin ondan çıktığına emin olmak için yüzüne bakıyorduk ki çocuk kahkahayı patlattıı ne oldu ya dedi, 10 gündür Türkçe konuşan duymadık dedik. Gel gardaşım benim diyip sarılmak istedik. Eski askerlik yapanlar bu duyguyu bilir. Çok mutlu olduk… Bize güzel ve temiz bir oda verdi. İyi bir uyku çekip kargalar daha uçmadan uyanıp birer kahve sonrası gara doğru yürüdük.

MATARA’YA DOĞRU

Tren gelir hoş gelir ley ley limi limi ley şarkısı ağzımıza yapıştı mı sabah sabah. 1.sınıf Sri Lanka treni nasıl acaba diye düşünüyoruz. Bu güzel deneyimi okumak için SRI LANKA TRENLERİNDE 20 SAAT linkini tıklayarak yazımızı okuyabilirsiniz.

Matara’ya varınca hemen kotti rotti yiyecek bir yer buluyoruz. Yemeği yerken bookingten de sahilde kalacak bir otel seçiyoruz. Sonra sahil boyu kumsalda yürüyerek çevreyi araştırıyoruz. Yine aynı Sri Lanka aslında. Kuzeyi ile güneyi arasında temizlik farkı ve Budist çoğunluğu var sadece. Sörfe elverişli dalgalar olduğundan turist çok. Kumsallara geldiğimizde balıkçı adamların çubuklarını görüyoruz hani namı değer fotoğraflara konu olan Sri Lanka’yı tanıtan görüntüler. Hayalimiz olan sahneyi görünce uzay gemisi görmüş gibi şaşırıyoruz. Dışardan biri halimizi görse güler yemin ederim. Fakat bir sorun var bu balıkçılar çok uzakta. Millet bunları nasıl görüntülüyor hayret ediyoruz. İlk önce şu çantaları bırakalım sonra bir yolunu buluruz bunun da.

Otele gelip, odamıza çıkıyoruz çok küçük daracık bir oda veriyorlar. Resepsiyona bu olmaz biz bunu ayırtmadık diyoruz. Buydu oydu derken çingeneliğe devam tabi. Bize çok güzel okyanus manzaralı odayı veriyorlar. Bookingin gözünü seveyim yorumlar nelere kadir. Korkudan artık her dediğinizi yapıyorlar. Müşteri memnuniyeti önemli tabi.

Çalışanlara soruyoruz bu fişırmenlar neden bu kadar uzakta fotoğraflardaki gibi değil deyince, “O fotoğraftakiler Galle sahilinde, onlara para ödeyerek fotoğraflarını çekiyorsunuz ve yine ücretini verip sticklere çıkıyorsunuz” dedi bunlar. Bunlar ise buranın gerçek balıkçıları ekmeğini bu işten çıkarıyorlar dedi… vay be dedik. İşe bak adamlar artık model olmuş balıkçılığı bırakmış. Hava kararmasına az vakit kala biraz güneşi batarken yakalayalım bir de kaplumbağa seyredelim diye sahillere vurduk kendimizi. Kaplumbağalar bizdeki kefal gibi, kayaların yosunların arasında dolaşıyorlar. Bizim gibi dalış yapabilir, onlarla yüzebilirsiniz.

Otele gidip okyanus sesinde kahve içelim dedik. Birden sağanak başlamasın mı göz gözü görmüyor odanın balkonuna okyanusun suyu geliyor o denli fırtına… Hani İstanbul’a dolu yağdı da tüm evler, arabalar haşat oldu o gece işte…Biz de o sesle uyoruz ve sabah erken kalkıp kahvaltıyı yapıp sabah balığına yetişelim diyoruz.

ÇUBUK ÜSTÜNDEKİ MEŞHUR BALIKÇILAR

Sabah Burak, Go proyu alarak yüze yüze balıkçıların yanına gidiyor. Bağırarak “gelme gelme” diye elleriyle işaret ediyorlar ama yılmak yok. O da usul usul yavaş yavaş yüzüyor onlara. 10 dakika suda bekledikten sonra birisi çubuktan inerek karaya doğru gelirken Burak da balıkçının çubuğuna doğru ilerledi. Sonra hıy huy derken daha da yaklaştı. Elindeki kamerayı görünce “hoppp gelme” dediler ama yıkılmadı Burak ve bekledi sonra diğer çubuk derken baktılar ki inat “hadi yavaşca gel balıkları kaçırma” dediler. Sonra aralarında konuşarak güldüler ve bir tane çubuğu gösterek alaylı bir şekilde “çık buna hadi” dediler. İlk hamlede kaygan olan ağaçta tutunacak hiç bir yer yok, bunlar bastı kahkahayı. Jeton şimdi düştü bunlar kendilerine eğlence makara arıyorlar. Ulan denyolar boğaz çocuğuyuz lan biz 70 santim suya 2 metreden jek atlıyoruz çapariyle lüfere çıkıyoruz hayırdır lan kerkenezler. Derin bir nefes ardından sağlam bir besmele ile iki yukarı tırmanışla çubuğun üstünde Burak… Bundan sonrasını Burak’tan dinleyelim 🙂

Herkes sustu ben yokmuşum gibi balık tutmaya devam ettiler. Gülme sırası bende idi… Önde beyaz bulutlar arkamda gri yağmur bulutları. Rüzgarla gelen ufak ufak yağmur. Mest edici bir şey, bunu deneyimlemek ve orada nefes almak paha biçilmez. “Karada olan kişi eşin mi?” diye sordular. Sonra yanına doğru yürüyen adamı göstererek, “tehlikeli birisi o dikkat etmelisin, eşini yalnız bırakmamalısın” dediler. Ben de hiç düşünmeden pat diye atlayınca bunlar başladı kahkahalara.. Bir yandan yüzüyorum bir yandan kahkahalarını duyuyorum kerkenezlerin… 4 dakikalık yeri ada vapuru gibi 1 dakikada vardım. Kumsala geldim ki naif bir adam. O da su altında avlanan balıkçılardan biri. Selamlaştıktan sonra konuya dahil oldum ve bilmem kaç senesinde olan tsunamiden konuşuluyordu….. Ne kadar tehlikeli ve yaralayıcı olduğunu, yıllarca kayıplarının üzüntüsünü yaşadıklarını anlatıyordu adam. Ülkece bu konudan hiç bahsetmediklerini ve bizim bu konuda soru sormamızı tembihledi… ulan iyi kandırmış balıkçılar nasıl da yanlarından gönderdiler beni. Helal olsunu aldılar bizden. Uzaktan el salladık hepsi birden el sallamaya başladı. Eminim halen gülüyorlardır…

TRENLERE DOYAMIYORUZ

Otelede güneşlenip dinlendikten sonra yeni rotamızı kuruyoruz. Matara’dan öğlen kalkan Colombo treni için yola çıkıyoruz. Bu deneyimi SRI LANKA TRENLERİNDE 20 SAAT linkini tıklayarak yazımızı okuyabilirsiniz.

Colombo’ya gelince ulan bu şehirde ne yapıcaz binaların arasında gezmek isteseydik Maslak’a giderdik diyoruz ve anında Negombo’ya 3. sınıftan bilet alıyoruz. bu da ilginç bir deneyimdi. SRI LANKA TRENLERİNDE 20 SAAT yazımızda detaylı okuyabilirsiniz 🙂 Bu arada demiryolları ile ülkenin en kuzeyinden en güneyine, en doğusundan en batısına hatta ve hatta dağlık tepelere kadar ulaşan bir ağ sistemi var. O yüzden Sri Lanka’ya gelirseniz ulaşım açısından içiniz rahat olsun 🙂   

KÜRKÇÜ DÜKKANI NEGOMBO

Bu günü de baya heyecanlı ve dolu geçirdiğimiz için şanslıyız. Trene yakın bir yerden tabi ki bookingden oteli ayarlıyoruz. Öncesinde akşam yemeğine ne dersiniz diyerek sahilde yengeç yemeğe iniyoruz. Ve dinlenmek için otele yatmaya gidiyoruz.

Sabah kahvaltısını Çinlilerin bol sesli kural tanımaz halleri ile yapınca, o otelden kaçıyoruz. Ve kumsala yakın bir otel bakıyoruz yine bookingden. Sokak aralarında dolaşırken burada çok popüler olan kriket oynayan çocuklarla eğlenip biz de oynuyoruz. Müslüman bir amcanın seyyar arabada sattığı değişik tadı olan aşurenin king coconutlısını içiyoruz.

Çok tatlı bir ev sahibi bizi karşılıyor. Balayımızın olduğunu söyleyince bize güzel bir oda veriyorlar sağolsunlar. Kendi evine davet ediyor ve bize çay ısmarlıyor Katarina hanım. Sonrasında çantaları bırakıp doğru denize atıyoruz kendimizi, pardon deniz değil okyanusa... Ama çok dalgalı olduğu için sadece güneşlenerek zaman geçiriyoruz. Olsun yine güzel.

OTEL SAHİBESİNİN JESTİ

Akşam otele döndüğümüzde güzel bir sürpriz bizi bekliyordu. Otel sahibesi, yolun başındaki tadilatta olan 4 yıldızlı otelin de sahibi olduklarını söyledi. Eşine bizim balayımız olduğunu söylemiş ve Silva’s Beach Hotel‘in çatı katındaki suiti bize vermek istemişler… bu mükemmel kıyaklarını hiç bir zaman unutamaycağız.

“Sabah kahvaltıya da geri bize gelirsiniz” dedi… biz de kıramadık. Akşam yemeği için tadı damağımızda kalan Mr. Burger’e kotti rotti yemeğe gidiyoruz. Hani Sri Lanka’da ilk yediğimiz yer. İnanın bundan daha güzelini yemedik.

Sabah kahvaltıyı yaptıktan sonra, ülkede turizme yıllarını vermiş bu çiftle uzun bir röportajın ardından yanlarından ayrılıyoruz. Çok sağolun bilmem ne ailesi sizi hiç unutmayacağız.

20170730_090229.jpg

Yine yol üzerinde kumsala yakın çok daha büyük bir odası olan otele gidiyoruz. Çantaları bırakıp otobüse binip Negombo’nun şehir merkezini geziyoruz. Oradan çay almak için bir kaç yere gidiyoruz ama turist tarifesi kg.mı 70 tl’den çay satmaya çalışınca biz de en büyük balık marketine gidiyoruz. O gün kapalı olduğu için balıkları fotoğraflayamıyoruz. Sonra sahilden başlıyoruz yürümeye ve önümüze aynı bizim Salı Pazarı çıkıyor “üç lira beş lira” diye bağıranlar hepsi var. Hatta o ağızlarında çiğneyip kafa yaptıkları otu bile aleni satıyorlar. Kurumuş balık pazarına giriyoruz ve kusmadan çabuk bir şekilde kendimizi dışarı atıyoruz. Bu nedir abi ya pöffff.

Sonra sahilden 1 saatlik yürüme yolu ile otele doğru yola çıkıyoruz. Merkeze yaklaştıkça uçurtmalar, kalabalık insanlar herkes atmış kendini denize... bir de çok büyük bir konser varmış kumsalda adım atacak yer yok. Sağda solda içenler, oyun oynayanlar, yüzenler neler neler. Sokak lezzetlerinin tadına bakıp doğru otele gidiyoruz.

TATİLİN SON GÜNÜ

Sabah kalkıp kahvaltımızı otelde yapıyoruz. Burada kahve kültürü yok, hep çay var. Ülkenin en iyi çay markası olan dükkana giriyoruz. Güzel çaylarından içip, satın alıyoruz. Sonra başka bir mağazadan hediyelik çaylar alıyoruz. Deri işi yapanları geziyoruz. Ama yükümüz o kadar ağırlaştı ki daha hiç bir şey alamıyoruz gerçi paramız da bitti.

20170731_114126-01.jpeg

Daha 9 saat var ama geç kalmamak için tuk tukla havaalanına doğru gidiyoruz. Geç kalmalarımız meşhurdur zira 🙂

Ulan zannediyoruz bizdeki gibi havaalanının bekleme salonu gibi yer vardır topu topu 30 tane sandalyesi var. Planda orda uyumak vardı. Olsundu biz yine de nöbetleşe dünyanın en rahatsız olabilecek sandalyelerinde uyuduk ve Hindistan’a hacca giden hacı adaylarından hemen sonra uçağa geçtik.

20170801_021544-01.jpeg

Dile kolay 15 günü geçirdik bir ülkede.

Balayımız için de gezmek için de harika bir rotaydı Sri Lanka. Herkese öneririz. Tabi şunu da demeden geçemeyeceğiz. Neresi olursa olsun yuva her zaman en kıymetli. O yüzden,

İki gezgin aşığın da dediği gibi;

Gezin, gezin dönün.